Kadriye Isiklar Pürçek


EN UZUN YÜZYIL

EN UZUN YÜZYIL


EN UZUN YÜZYIL


Her şey zıddıyla açıklanabiliyor. 

Yani siyah olmasa beyazı, ağrı olmasa sıhhati, kaos olmasa düzeni anlamlandıramazdık, tanımlayamazdık, göremezdik. İlginç olan hayatı da ölüme yakın bir insanın sözlerinden okuyoruz

. Tabi meşhur öyküyü de anmadan geçmeyeyim.

 Çırak “hayatın zıddı ölümdür değil mi?” der ustasına . Usta “hayır” der. Hayatın zıddı hayattır. Madalyonun iki farklı yüzü gibi

.  Ya da en doğuya gittiğinde en batıya da iyice yaklaşmak gibi. Kaçtığına mı koşuyor insan?

 Bir bakıma evet. Kaçan korkandır. Korkan ise başına geleni anlamlandıramayandır. 

Anlamlandıramadığın şeyin içine tekrar tekrar düşmek mümkündür.

 Ölümden korkmadan onu  anlamlandıran yaşamı da daha dolu yaşıyor. “hem sonsuz bir yaşam hayal edecek kadar romantik olmak hem de hakikaten biraz sonra ölecekmiş gibi dünya ile barışık ilişki kurmak. Kurduğun ilişkide egemenlik peşinde koşmamak. 

Dünyanın sonsuz sahibiymiş gibi güçlü bir tahayyül ve tasavvurla yaşamak. Bu dünya benim demek. 

Benim bu dünya ve ben bunun bir parçasıyım . Sonsuz bir yaşam sanki beni bekliyor diyebilmek”.

 Hayata her an eyvallah diyebilecek serinkanlılıkla sımsıkı sarılmak. 

Ölüme yaklaştıkça hayatı anlamlandırmak. Steve Jobs “vasiyetinde”  insan ile insan olmak farklı şeyler diyor. 

Yazının sonunda Steve Jobs un vasiyetinden birkaç alıntı bulacaksınız .

 İnsan doğuştan edindiğimizi bir şey. 

Tasavvufta “beşer” denen. İnsan olmak ise “kâmil” olmak. Yani olgun olmak.

 Olgun olmak için ölüme iyice yaklaşmak mı lazım? Parmağımızı ateşe tutmadan evvel de bilebilir miyiz ateşin yakacağını?. Kuşkusuz evet bilebiliriz. Kaynak çok bilmek için yeter ki bilime, bilmeye- “açık” olalım. Sevgili arkadaşım Leyla Hanım geçmişte genç bir mühendis hanımı “bilmiş” diyerek belki “ötekileştirene/kıskanan/dedikodusunu yapan” mühendis eşlerinden “bilmiş değil bilgili” diyerek susturmuştu.

En uzun yüzyılı yaşıyoruz. Andrew Mango İstanbul doğumlu Musevi bir “oryantalist”. 

 Kara Harp Okulunda yaklaşık 13 yıl kadar önce düzenlenen uluslararası bir konferansta Türkiye Cumhuriyetini ele alırken  “Türkiye Cunhuriyeti henüz 100 yaşında bile değil”  bunu göz önünde tutmalıyız demişti. Aytmatov’ un “gün lur asra bedel”  kitabı gibi 100 olur 1000 e bedel. 

Bu yüzyılımızda siyaseten yaşananları anlatmaya gerek  yok.

 Onlar madalyonun bir yüzü diğer yüzünde ise bu ülke yaşayacak diye çarpan kalpler.

 Yine Ercan Kesal’ın Cebimdeki Ekmek Kırıntıları kitabından alıntı  ile bitirelim: “Kendini şanslı hissetmek hali ile değmez demek birbirini tamamlıyor . Yaşamla ölüm gibi bunlar  tıpkı madalyonun iki yüzü.

 Elinde bir madalyon var.

 Bu iki duyguyu da o tek madalyonda taşıyabilmelisin. Zordur bu. Çelişki gibi olsa da bu çelişkinin üstesinden gelebilmelisin. Bunun için de tek durman, tekin durman lazım. Güç lazım. Kendine her defasında ben bu gücü nasıl artırırım diye sorman lazım”.

 Kendimize de, 100 yaşında bir cumhuriyete de her defasında soracağımız soru bu olmalı: “ne istiyorum ve bunun için nasıl tek, tekin ve güçlü dururum?”.

 

Dr. Kadriye IŞIKLAR PÜRÇEK